16 Mayıs 2011 Pazartesi

Dünya ortadan ikiye ayrılıyor

Evet yanlış duymadınız Dünya ortadan ikiye ayrılıyor...
36 yaşındaki İngiliz fotoğrafçı Alex Mustard Kuzey Amerika ve Avrasya kıta plakaları arasına daldı...

Mustard'ın çektiği kareler iki kıta arasındaki mesafenin daha da açıldığını ortaya koydu...

İzlanda açıklarına dalan fotoğrafçı iki kıtanın ayrılmasını böyle görüntüledi...

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Ah Contorium Sen Neymişsin ? Abime itafen yazıyorum bu yazıyı..

Arkadaşlar bu Contorium denilen olay dünyada az miktarda olan ve cok önemli bir mineral olup simgesi con atom numarası 90 kütle numarası 367,4 ‘tür.
Contorium
ve bu maden sadece dünyada İstanbul Boğazının Derinliklerinde bulunduğu Haberini alan ABD ülkemiz üzerine odaklanmış durumda.
hatta Contorium Hakkında google da araştırma yapılmasını bile yasaklayan ABD ülkemiz üzerinde büyük oyunlar oynamaya devam ediyor.
Irakı işgal etmesının sebeplerinden biride Contorium minerali için ülkemizin diplerine yaklaşma planları oldugunu söyleyen uzmanlar, önümüzdeki günlerde amerika ile olası bir savaş olma ihtimalinin yüksek oldugunu söylüyorlar.
Araştırmalarıma göre bu elementin çoook öncelerden bilindiği hatta windows 98 zamanlarına dayanıyormuş contoriumun adının yasaklanması  Bill Gates abimiz con adında dosya bile açılamaz halde olan win 98 i daha sonraları değiştirmek istemiş izin vermemişler..
Aslında contorium çok çok eskiden de bilinen bi element ki periyodik cetvelin kurucusu olan Dimitrimendelyev Rus hükümeti baskısıyla 90 numarayı boş bırakması daha sonra buraya Thorium u yerleştirmesi asla tesadüf olamaz .. çünkü Thorium bildiğimiz üzere manisa-Gördes de çıkarılıyor olup buraya İstanbul'la olan mesafe kuzeyden 364,7 km dir ki bu da contoriumun kütle numarasıdır..
Şimdi bu "Çılgın Projelerimiz" yapıladursun bizde sevinelim mi? değil .. :)
Arkadaşlar bu proje şuan Japonların elinde ve anlaşmaya göre çıkarılan değerlki maden veya bilimum eserler de olabilir bu çalışmaları yapılan firmaya ait olacağından contoriumdan hiçbir şekilde yararlanamıyacağız bu da demek oluyor ki bizde nükleer de olsa bu sefer ABD engellediğinde olay zararlı radyasyon yayıyorsunuz kapatına geldiğinde zarara uğrayacağımızdır.. ki bırakın ABD yi diğer avrupa ülkelerinin de gözü üstümüzde olucak bu da süreci zora sokan bi olay olarak karşımıza çıkar ki hep geriye daha geriye sloganıyla dünyaya kendimizi tanıtabiliriz..
Bugün ABD, AB, bilimum Asya ülkeleri, Avustralya, Antartika ve Afrika contorium mineralinin peşinde!
Türkiye'de Tahmin edilen rezerv ne kadar?
127.000 ton! Değeri ne kadar? 23 trilyon dolar! Toplam borcumuz ne kadar? 280 milyar dolar!
Türkiye aslında çok zengin bir fakir ülke!
Pekiii Batılı ülkeler tarafından içimize sokulan basınının adamları ne diyor biliyor musunuz geçenlerde?
'Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar zengin bir ülkedir'
Tehlikenin farkındamısınız!!!!


Peki batı bu madenlere ulaşmak için ne tipte bizans oyunları yapıyor?? Sadece istanbul boğazı ve haliçte bulunan bu mineralini ele geçirmek için başta bedavaya haliçi temizleme önerisinde bulundular! Şimdiyse durmadan boğazdan yalı alıyorlar. Satın alınan yalılara hiçbir TÜRK'ün girememesi ve bu yalılarda tuhaf araştırmalar yapılması sizce tesadüf mü?

Dubai Kuleleri Gerçeği:
Peki merak ettiniz mi, neden Dubaililer (yani aslında perde arkasındaki Amerikalılar) birden bire İstanbul'a bu kadar yüksek yapılar inşa etmeye heveslendiler ve milyarlarca doları bize (yani bu işe) yatırmaya karar verdiler…
İki kıtanın birleşim yerindeki farklı tektonik yapı acaba hangi elementin benzersiz ve mükemmel oluşum şartlarına ev sahipliği yapıyor?
Peki başka ne şekilde, yabancı bir ülkenin en büyük şehrinin ortasında, hiç engellenmeden (hatta alkışlanarak) yerin yüzlerce metre altında jeolojik araştırmalar yapabilirsiniz?..... 

Bize düşen şuan iyice konuyu araştırmak ucunu bırakmamak ve gerekirse millet olarak nimetlerimizden yararlanmak adına tek yürek olup gücümüzü göstererek kimseye pabuç bırakmamak olmalıdır..
ARKADAŞLAR;
CONTORIUM İSİMLİ DOSYA AÇILAMAMASININ SEBEBİNİN 'console'UN KISALTMASI OLDUĞUNA DAİR MOSSAD VE CİA GÜDÜMLÜ AÇIKLAMALAR VAR. FAKAT ŞU NOKTAYA DİKKATİNİZİ ÇEKİYORUM. TÜRKİYE'DE CONTORİUM'UN ADI İLK OLARAK 93 YILINDA GEÇTİ. KONU İLE İLGİLİ OLARAK AÇIKLAMA YAPMAK İSTEYEN BİLİM DÜNYASINDAN İNSANLAR SUSTURULDU. O SENE BOĞAZ YALILARINA YABANCI BANKALAR VE ARAP ŞEYHLERİ NORMALİN ÜSTÜNDE BİR İLGİ GÖSTERDİLER. BİR SENE SONRA ÇIKAN WİNDOWS 95 İŞLETİM SİSTEMİNDE CON İSİMLİ KLASÖR AÇILAMADIĞI GİBİ CONTORİUM'UN İZOTOPLARI OLAN COM1 VE COM2 DE İSİM OLARAK AÇILAMIYORDU. SİZCE GÜYA İŞLETİM SİSTEMİYLE ALAKALI OLAN BU KISALTMALARIN DOSYA KLASÖR İSMİ BİLE OLAMAMASI BİR TESADÜF MÜYDÜ? ELBETTE HAYIR. TABİİ Kİ DE CONTORİUM MİNERALİ AMERİKAN WİNDOWS İŞLETİM SİSTEMİNDEN DAHA DA ESKİ BİR TARİHE SAHİPTİ..


zaman ayırıp okuyanlara teşekkür ediyorum, lütfen çevrenizi bilinçlendirin. 

13 Mayıs 2011 Cuma

HARİTALAR

Harita Babilin M.Ö. 3000 yıllarından kalma bazı levhaları bilinen bilinen en eski haritalar olarak kabul edilir. Ama gerçek haritaları ilk yapanlar yunanlılar olmuştur. M.Ö. 6. yüzyılda da bu haritalar dünyayı suların üzerinde yüzen bir disk olarak gösterir. Dünyanın yuvarlaklığına içten inanmış olan AristOteles yeryüzünde ılıman ve tropikal kutup bölgelerinin varlığını hayal etmiştir. M.S. 2. yüzyılda da ptolemaios çağının coğrafya ve haritacılık üstündeki bilgilerinin ilgi çekici bir sentezini yapmıştı ama batı Avrupa bu çalışmalardan çok uzun bir süre habersiz kalacaktı. Pusulanın icadından sonra 14. ve 15. yüzyıllarda dünyayı keşfe çıkan İtalyan, Portekiz ve İspanyol gemicilerinin kullandığı kılavuz haritaları hazırlandı. Daha sonra açık deniz gemiciliği yeni keşifler sonucu gelişince yeni bulunan bölgelerin kusursuz bir haritasının çizilmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Bu arada matbaa haritacılığın gelişmesini destekledi.
Dünya haritalarının yapılması 15. yüzyıldan sonra gelişmiştir. Keşiflerin çoğalması yeni yeni ülkelerin keşfi harita yapımına da yenilik getirdi. Bu işe büyük bir önem verilmesini sağladı bilimin gelişmesine uygun olarak haritalarda Günden Güne gelişti ve mükemmelleşti.

PEROVSKİT NEDİR ?

Perovskit, gezegenimizin toplam kütlesinin yarısını oluşturduğu tahmin ediliyor. Perovskit; Magnezyum, silikon ve Oksijenden oluşan bir mineraldir. Perovskit, gezegenimizin toplam kütlesinin yarısını oluşturuyor.
Dünya'nın katmanlarından manto, büyük ölçüde bu Maddeden oluşur; ya da bilimciler öyle tahmin etmektedirler: Şu ana kadar hiç kimse bu bölgeden bir numune alıp bu tahmini kanıtlamamıştır.
Perovskitler, adını 1839'da Rus mineralog Count Lev Perovski'den alan bir Mineral ailesidir. Perovskitler, süper iletkenlik (normal sıcaklıklarda direnç olmadan Elektriği iletebilen bir madde) araştırmalarında aranan şey olduklarını kanıtlayabilir.
Bu, "yüzen" trenleri ve hayal edilemeyecek hızdaki bilgisayarları gerçek kılabilir. Şu anda süper iletkenler sadece çok düşük sıcaklıklarda (şu ana kadar kaydedilen en yüksek Sıcaklık -135°C) çalışıyor; bu da bunların kullanışsız olmasına neden oluyor.
Mantonun, perovskitin yanı sıra magnezyum-vustitten (göktaşlarında da bulunan bir tür Magnezyum oksit) ve az miktarda şistovitten (bu maddenin adı, Moskova Üniversitesi'nde yüksek lisans öğrencisi olan ve laboratuarında 1959'da silikon oksidin yüksek Basınç altındaki yeni bir biçimini oluş-turan Lev Shistov'dan gelmektedir) oluştuğu düşünülmektedir.
Manto, yerkabuğu ile çekirdek arasında bulunur Genel olarak mantonun katı olduğu varsayılır, ama bazı bilimciler bunun çok yavaş hareket eden bir Sıvı olduğunu düşünür. Bütün bunları nereden biliyoruz? Volkanlardan püsküren kayalar bile yer yüzeyinin altındaki ilk 200 km'den gelir ve alt manto 660. km'de başlar. Sismik dalgaların titreşimlerini aşağıya doğru gönderip bunların karşılaştıkları direnci ölçerek, Dünya'nın iç kesiminin hem yoğunluğu hem de Sıcaklığı tahmin edilebiliyor. Bu tahminler daha sonra, yerkabuğundan ve göktaşlarından örneklerine sahip olduğumuz Minerallerin yapısı hakkında ve bu minerallere yoğun ısı ve yüksek basınç altında ne olduğu konusunda bildiğimiz şeylerle karşılaştırılabiliyor. Ama bilimdeki birçok şey gibi, bu da aslında bilgiye dayalı bir tahminden başka bir şey değil.

Gökkuşağı Neden Yuvarlaktır



Su damlası ve yakıcı güneş. İşte gökkuşağı bunlardan oluşur. Atalarımız gökkuşağından çok korkarlardı. Onu Tanrıların elçilerinin geçmesi için yapılmış bir köprü olarak görüyorlardı. Yağmur ve güneş ile ilişkisi ilk olarak milattan önce 310 yıllarında AristOteles tarafından ileri sürüldü. Günümüzde ise bir sır olmaktan çıktı.
Altından geçenin cinsiyetinin değişeceği veya yere değdiği noktada bir küp Altın gömülü olduğu lafları sadece şakalarda kullanılıyor. Zaten gökyüzünde sabit bir gökkuşağı oluşmuyor. Herkesin bakış yönüne göre, gördüğü gökkuşağı farklı yerde oluyor. Gökkuşağının görüldüğü yere doğru gidilince görülebildiği sürece kişiye hep aynı mesafede kalıyor.
Gökyüzünde gökkuşağı gördüğünüz vakit biliniz ki o yağmur damlalarından oluşmaktadır ama güneş kesinlikle arkanızdadır. Güneşin paralel ışınları başınızın üstünden geçerek yağmur damlalarına çarparlar. Yağmur damlaları burada ışığı renklerine ayıracak bir prizma görevi görürler.
Sarı gibi görünmesine rağmen güneş ışığı aslında beyazdır ve bütün renkler onun içindedir. Yağmur damlasının içine girince kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor renklere ayrışır. Mor renk çemberin içinde kırmızı ise en dışındadır.
Yağmur damlası çocukken oynadığımız misket veya bilye gibi küresel saydam bir şekildedir. Güneş ışığı bu kendi tarafındaki yüzeyinden doğrudan içine girer. İçinde renklere ayrışır ve kürenin arka duvarına vurarak gerisin geriye yansır. Işığın damlanın ön yüzünden değil de arka yüzünden yansımasının nedeni içbükey, dışbükey mercek özelliklerindendir.
Ayrışmış renkler içbükey arka yüzden çeşitli açılarda yansımaları sonucu gözümüze sırayla dizili renklerden oluşmuş bir bant şeklinde görünüyorlar. Gökkuşağını görebilmek için Güneş, biz ve yağmur damlaları, muhakkak belirli bir açıda dizilmek zorundayız. Ama daha önemlisi milyonlarca yağmur damlasından yansıyan ışınların gözümüze geliş Açıları mutlaka aynı olmalıdır ki biz gökkuşağını görebilelim.
Yağmur damlalarından yansıyan ışınların gözümüzde odaklaşabilmeleri için bir daire şeklinde dizilmiş olmaları gerekir. Aslında o bölgedeki bütün yağmur damlaları gelen ışığı renklere ayrıştırarak yansıtırlar ama sadece bir yarım daire içinde olan yağmur damlalarından yansıyanlar gözümüze odaklaşırlar.
Biz de sadece o yağmur damlalarından gözümüze gelen renklerine ayrılmış ışınları görebildiğimizden gökkuşağını da yarım daire şeklinde görürüz. Bazen bir uçaktan veya yüksek bir dağdan baktığımızda gökkuşağını tam daire şeklinde görmemiz de mümkün olabilmektedir.
Güneş ne kadar yüksekse gökkuşağı dairesi de o kadar aşağı iner. Bunun içindir ki yedi renkli gökkuşağını sabah ve akşam yağışlarından sonra daha çok görürüz.
Genellikle fark edilmez ama gökkuşağı daima içice iki halkadan oluşur. İkinci kuşak pek dikkat çekmez. Bir ikinci zayıf kuşağın daha bulunmasının nedeni bazı güneş ışıklarının Su damlasının iç yüzeyine bir kez değil iki kez çarpmalarıdır. Böylece parlaklıklarını yitiren ışıklardan oluşan ikinci gökkuşağı zar zor görülür. Birinci kuşakta kırmızı renk şeridin en dışında iken ikinci kuşakta en içtedir. Diğer renklerin sıralamaları da terstir.

FOTON KUŞAĞI NEDİR?

Yüksek enerjili fotonlardan oluşan büyük bir kuşak. 2012 yılında güneş sistemimiz tüm gezegenleri ile birlikte bu kuşağa girdiğinde dünyamızın ozon deliği onarılacak ve tüm yaşam 3. boyuttan 5. boyuta geçecek. İnsanların 2 sarmallı DNA'ları ikişerli olarak biraraya gelip 12 sarmallı bir DNA'ya sahip olacaklar. Bu olay sırasında tüm insanların chakra'ları açılacak ve duyuları ve algılamaları artacak. Herkes birbirinin düşüncesini okuyabilecek. Bu ilk önce kısa süren bir kaosa neden olacak fakat daha sonra herkes bir düşünce birliği halinde bir araya gelerek, önyargının, yalanın ve kötü düşüncelerin olmadığı bir ortama geçilecek. İnsanlar birbirinin auralarını görebilecekler. 12 sarmallı DNA'ya geçiş sonrası insanlarda hiçbir hastalık kalmayacak, hasta olanlar kendilerini ve birbirlerini iyileştirebilecekler. İnsanlar ölümsüz olacaklar. Ölüm olayı ise fiziksel dünya'da kalmaktan vazgeçip başka bir boyuta geçmeye karar verme şeklinde olacak. Yani, dünya'da geri kalanlar (kalmayı seçenler) ölmeye (başka boyut gitmeye) karar verenlerin ortadan bir anda kaybolduğunu görecekler. Fiziksel dünyamızda kalmayı seçen insanların ışık bedenleri olacak ve bu cennete benzeyen ışıklı dünyada çok güzel vakit geçirecekler. Fiziksel olarak 2000 yıl sürecek olan bu olay sonrasında foton kuşağı güneş sistemimizi terkedecek. Foton kuşağı ilk kez ingiliz astronom Edmund Halley (1656-1742) yılında Pleiades takımyıldızlarını kuşatan gazımsı bir kuşak olarak gözlendi (Halley kuyruklu yıldızını da keşfeden astronom). Fredrick Wilhelm Bessel ise foton kuşağının dönüş hızını keşfetti (herbir yüzyılda 5.5 derece saniye). Jose Comas Sol Pleiades takımyıldızındaki güneş sistemlerini keşfetti. Paul Otto Hesse foton kuşağının kalınlığını saptadı (2000 ışık yılı). Güneş sistemimiz her 25.860 yılda bir Pleiades çevresinde bir tur dönmektedir. Yani, yaklaşık olarak her 12.500 yılda bir güneş sistemimiz bu foton kuşağının içine girer. Güneş sistemimizin foton kuşağının içindeki yolculuğu 2000 sene kadar sürer. Yani, foton kuşağından çıktıktan sonra tekrar foton kuşağına girmek için 10.500 yıl geçmektedir. Bu devrelerin alt devreleri de vardır ama üst devre 206 milyon yıl sürer.Foton kuşağının kendisinin de aurası var ve ilk aura katmanına (enerji seviyesine) 1962 yılında dünyamız (ve tüm güneş sistemimiz) girmiş durumda. Yani şu anda foton kuşağının düşük enerjili ilk kısmının içinde bulunuyoruz. Dünya'mız ikinci enerji seviyesine ise 1987 yılında girdi. 2012 yılında üçüncü enerji seviyesine girmesi sırasında 110-144 saat (5-6 gün) boyunca karanlıkta kalacağız. Üçüncü enerji seviyesine (foton kuşağının kendisinin bulunduğu esas enerjili kısım) girildiğinde ise karanlık sona erecek ve artık hiç gece olmayacak yeryüzünde. Sırasıyla yazarsak:1. gün: 21 Aralık 2012'de kör bölgeye giriş, tüm canlıların beden tipinin değişmesi, hiçbir elektrik aygıtının çalışmaması, tam karanlık2. gün: Atmosfer basıncının düşmesi, herkesin kendisini şişmiş hissetmesi, Güneş'in yeterli ısıtamaması, dünya ikliminin soğuması (buzul çağı soğuğu)3.-4. gün: Atmosferin şafak vakti gibi sönük bir ışıkla aydınlanması, foton etkisinin başlaması, foton enerjili aygıtların çalışabilir hale geçmesi, yıldızların yeniden gökyüzünde belirmeleri.5.-6. gün: 24 saatlik gündüz devresine giriş, kör bölgeden çıkıp ana foton kuşağına giriş, tüm canlıların güçlenip zindeleşmeleri, dünya ikliminin ısınması, foton ışınıyla çalışan gemilerin uzayda yolculuk yapmaya başlaması, telepati, telekinezi gibi psişik yeteneklerin ortaya çıkışı (uyanış, süperbilinç).Kısaca, foton kuşağı dünya'daki tüm yaşam için çok büyük bir faydası olan, yüksek enerjili fotonlardan oluşan devasa bir kemer. Güneş sistemimiz bu kuşağa girdiği zaman tekrar çıkması 2000 sene sürecek. Foton Kuşağı (Manaşik Halka) kendi etrafındaki dönüşünü 25.860 yılda bir tamamlamakta ve güneş sistemimiz her bir 10.500 yılda bir foton kuşağına girmekte. Foton kuşağı torus şeklinde (araba lastiği biçiminde) bir kemer ve bunun kalınlığı (çapı değil, kemerin kalınlığı) 2000 ışık yılı. Önemli bir husus elektrikli hiçbir aygıtın ise foton kuşağına girildikten sonra hiçbir şekilde çalışmaması. 2000 yıl boyunca sürecek olan safhada elektrik enerjisi ile çalışacak araca ihtiyaçta olmayacak zaten. Çünkü süperbilinç halinde olma hali ve foton enerjisi kullanabilecek teknoloji ile elektrik enerjisini kullanmaya ihtiyacımız olmayacak.

YILDIZ KAYMASI NEDİR?

Geceleyin açık bir Havada gökyüzünü seyrederken, çeşitli renk ve parlaklıktaki yıldızların oluşturduğu o inanılmaz ve muhteşem manzaranın içinden bir yıldızın parlak bir çizgi çizerek kayıp gittiğini muhakkak görmüşsünüzdür.
Bu sırada içinizden bir dilek tutup, bu dileğin gerçekleşmesi için de gördüğünüzden kimseye bahsetmemişsinizdir herhalde. Çünkü insanlar arasında, bir yıldız kaydığında, o yıldızın öleceği ve ölmeden önce dilek dileyenin arzusunu yerine getireceği inanışı yaygındır.
Halk arasında yıldız kayması diye tanımlanan bu olayın aslında yıldızlarla hiç bir ilgisi yoktur. Yıldızlar dünyadan milyarlarca kilometre ötedeki uzak güneşlerdir. Güneş Sistemimizin içinde Güneş ve gezegenlerin çekim kuvvetleri arasında bir oraya bir buraya gezinen sayısız göktaşı vardır.
Bunlardan Dünya'nın yakınından geçerken çekim alanına girenler, hızla Atmosfere dalarlar. Sürtünmeden dolayı ısınırlar, yanarlar ve arkalarında parlak, çizgi gibi bir iz bırakırlar. Sonunda tamamına yakını, düşüşün son anında görülen parlamayı takiben yok olurlar.
Yer atmosferine her yıl toplamı 15 bin ton olan 200 bin kadar göktaşı düştüğü kabul ediliyor. Bu hesaba göre yerin kütlesi 4,5 milyar yıllık ömrü içinde gelen göktaşları sayesinde epeyce artmış olması gerekiyor. Dünya'ya düşen göktaşlarının incelenmeleri sonucu içlerinde dünyada var olmayan yeni bir Elemente rastlanmamıştır.
Atmosfere girdiklerinde yanan ve çoğunlukla yok olan göktaşlarına "meteor" denilirken bunlardan yere ulaşmayı başaranlara da "meteorit" deniliyor. Dünyamızın büyük bir kısmı Okyanuslarla kaplı olduğundan yere ulaşabilen göktaşlarının çoğu da buralara düşerler. Ancak Dünya'nın bir çok yerinde de karalar üzerinde meteoritlerin yol açtığı izler ve çukurlar vardır.
Ülkemizde rastlanan en büyük göktaşı 25 kilogram olup Domaniç yaylasında bulunmuştur. Dünyada bilinen göktaşlarının en büyüğü ise güneybatı Afrika'da Grootfentein'de bulunan göktaşıdır ve kütlesi 80 ton kadardır.
Bugüne kadar dünyada 20 civarında insanın göktaşı isabeti nedeniyle yaralandığı tespit edilmiştir. Yani uzayda, binlerce yıl oyunca, milyarlarca kilometre yol alan bir taş, atmosfere çok uygun bir açıdan girsin, yanmadan yere kadar ulaşarak gelsin, kafanıza düşsün. İşte kısmet diye buna denilir!